Yaşa Yaşayabilirsen

31 Mayıs 2010

Bu kadar vahşetin ve kanın gölgesinde yaşa yaşayabilirsen. Bir de kınamayı ihmal etme. Kına bakalım kınayınca ne olacak!

Yaklaşık 1 yıl önce yine dvd’den izlemiştim Twilight/Alacakaranlık’ı. Çok beğendiğim için kitabını almıştım ancak kitabı beni maalesef çekmemişti.

Bu akşam da 2. film New Moon/Yeni Ay’ı seyretme fırsatı buldum. Yine çok masalsı ve büyüleyici bir filmdi.

Sanırım filmin başarısı o negatif ve hatta depresif havanın çok iyi yansıtabilmesinden kaynaklanıyor. Sürekli yağışlı ve buğulu bir havanın yanında bembeyaz tenli ruhani bakışlı insanlar/vampirler. Hele bir de benim gibi sonbahar dogumlu iseniz, kendinizi en iyi puslu havalarda hissediyorsanız film tam size göre…

İlk filme göre bu film daha da karanlık. Severek ayrılalım mitinin kurbanı iki aşığı, unutamamanın getirdiği hüsranın içinde çırpınırken izliyoruz New Moon’da.  Bella rahat durmayarak vampirlerden sonra karanlık dünyanın önemli diğer bir ailesi kurtadamlarla samimi oluyor bu kez. Tabii 2 aykırı ırkın kendi aralarında olan savaşı devam ederken, aşkın da kışkırtıcılığı ile düşmanlığın alevlendiğine şahit oluyoruz.

Ben filmin özellikle final bölümlerinde yer alan dövüş sahnelerini büyüleyici buldum. Sanki hayaller aleminden çekimlerdi. Olağanüstü hareketler yapılıyor dahi olsa hayranlıkla izledim. Dövüşten öte bir dans ruhu vardı. Müziklerin de çok iyi olduğunu söylememek doğru olmaz.

Ancak bana göre hem Bella’nın, hem de Edward’ın duygularının derinliğine inememiş film. Bazı sahnelerde nedenleri algılamak zorlaşabiliyor.

Fantastik bir dünyada yaşanan vampir-insan aşkından söz ediyoruz. Eğer hayalgücünüz yoksa zaten seyretmeyin derim. Aksi durumda zaten kaçırılmaz…

tersnotu 4 üzerinden 3

Hikayesi ve oyunculuklarıyla film gerçekten komik. 3-4 sahnede kahkahalarla güldüm, geriye alıp tekrar izledim desem 🙂

Üstelik senaryo olarak çok yaratıcı olmasa da genel Türk Komedi Filmi klişelerini pek fazla görmüyorsunuz. En azından bir konu var, karakterlerin temeli var.

İş hayatı nedir bilmeyen bir zengin çocuğu ile kara paranın tadını almış kişilerin yolunun kesişmesi ile başlıyor herşey. Ortalarında kaldıkları durum sebebiyle can yoldaşı olan 4-5 kişinin ayrı ayrı komik taraflarına gülerken içine düştükleri beladan kurtulma çabaları da filmin asıl hikayesi.

Şafak Sezer ve Aydemir Akbaş oyunculukları ile film taşısalar da karakterlerin tamamı üzerlerine düşen görevi yapmışlar bana göre.

tersnotu 4 üzerinden bu da 3 – zevzek bulmayacaksanız güleceğinize eminim 🙂

Taken – 96 Saat

21 Mayıs 2010

Son günlerde iyi örneklerine o kadar az rastlıyoruz ki gerçek bir aksiyonu özlediğimi anladım Taken’ı izleyince. Kaçırılan kızını kurtarma çabasını anlatan hikaye çok bilindik olsa da filmde klişe bir nokta bulmak zor.

Eski bir hükümet ajanı olması sebebiyle bu tip işlere çok da uzak olmayan Bryan tüm mesleki bilgisini doğru kullanarak kızının peşine düşüyor. Kendinden emin ve ne yaptığını bilen biri olarak tüm hamlelerini doğru yapıyor.

Ancak bir sürü Arnavutun Fransa’da akıcı bir ingilizce ile konusmaları garip geldi. Bu sebeple bence Londra’da çekilseymiş daha iyi olurmuş diye düşündüm.

Bir de olayı dramatikleştirmek için alınan bir iki sahne vardı ki bana biraz anlamsız geldi. Film özellikle aksiyon sahneleri, oyunculuğu ve kurgusuyla çok başarılı. Ancak ismi ve afişi daha çekici olsaydı eminim daha başarılı olurdu. Masmavi bir koşan Liam Neeson beni hiç çekmemişti ta ki bir arkadaşım güzel film diyene dek.

tersnotu 4 üzerinde 3, yani türü severler kesin seyretmeli…

Stephen King hayranlığım ve ortaokul/lise yıllarında 30’u aşkın kitabını okumuşluğumla gurur duyarım her zaman.

Kendi adıma şanslı oldugum bir nokta da benim orta 2’de (1987-88) okudugum ilk romanı onun da 1973 yılında yayınlanan ilk roman olan Göz/Carrie’dir.

Bana göre onun özel bir dili vardır ve o dili en az 10 kitabını okumadan algılamak imkansızdır.

Bu sebepledir ki uyarlama senaryolarına korkuyla yaklaşırım. Çünkü özel örnekler harici -ki onlar da gerilimdir, korku değil- başarılı olan yoktur. İyi örnekler; Shinning, Misery, Showsank Redemption ve Green Mile.

Kötü örnekleri saymak gereksiz elbette. Korku filmi olarak O’nun yeniden çekilmesini, Ruhlar Dükkanı’nın da uyarlanmasını bekliyorum.

İşte bu bekleyişte The Mist çıktı karşıma. Türkçe ismi olan “Öldüren Sis” e anlam vermek her zamanki gibi imkansızdı. İngilizce’de de sadece Sis denmiş işte, nedir bu öldüren yakıştırması? Zaten filmde de öldüren sis değil sisin içindeki yaratıklar.

2-3 hikayesinin Sis adı altında toplanmış kitabının ilk hikayesidir Sis/The Mist. Öncelikle iyi bir uyarlama olmuş.

Sis’le birlikte gelen dünyadışı yaratıklardan kaçan bir grup insanın süpermarkette olan yaşam savaşıdır hikayenin temeli. Ancak bu noktada insan psikolojisinin tepkileridir asıl gösterilmek istenen. Kimi gerçek üstü ile yüzleşemeyecek, kimi de yaradanın ilahi takdirini kendi bakış açısından yorumlayacak ve çıkarımlarda bulunarak çevresindekileri etkileyecektir. Bir grup akıl baliğ insan ise bu sıkışmışlıktan bir çıkar yol arayışına girecektir.

Korku bir yana psikolojik gerilim olarak çok iyi bir film olmuş The Mist. İnsanların stres altındaki tepkilerini çok iyi yansıtmış.

Klasik bir şok son ile de bitirmiş hikayesini. Klasik bir Stephen King şok edici sonu da diyebiliriz. Çünkü gerçekten şok olmamak imkansız bu sonda. Bir de müziği hesaba katarsak bir kaç dakika bilinçsiz olarak bakakalıyor insan ekrana.

İzlemeden önce bunun bir fantastik hikaye olduğunu ve bu sebeple garip, dünyaüstü yaratıklarla bezeli olduğunu bilmek gerekir.

tersnotu 4 üzerinden; King severler için 3, korku-gerilim severler için 2

ve final müziği, dinleyelim: Mark Isham, The Host of Seraphim

http://fizy.com/s/1cco8j#s/1c3jc7

Küçük bir kızın gözünden yaşanılanlara bakıyor ve olayları o şekilde değerlendiriyor olması bence filmin en önemli tarafı. Hatta kamera açısı dahi o boyda tutulmuş.

Olaylar ise karmakarışık aslında. Olgunluk döneminde dahi bir çok insanın başa çıkamayacağı kavramlarla o daha 7 yaşında başa çıkmaya çalışıyor ve bana göre başarılı da oluyor. Hem de net açıklananları kabullenmemesi ya da çevresindeki farklı yönlendirilmeye çalışılması dahi bu küçük kızın başarılı olmasını etkilemiyor.

Kapital bir düzende yaşarken babasının eski değerlerine tutunmasıyla tüm hayatı değişiveriyor Anna’nın. Üstelik annesi de babası ile birlikte bu yaşananlara ortak olup çocuklarını da bu yöne yöneltiyor. Sosyalist düzene 7 yaşında ayak uydurmaya çalışırken bir çok noktada kendi hayat görüşüne ters düşen olaylara rastlıyor ve bunları kabul etmeyi reddediyor.

Filmle birlikte aile baskısının özgür düşünce dahi olsa değişik bir yönlendirmesine şahit oluyoruz. Özgür düşüncenin önemi ile birlikte bu temelin yaşantımızda önemli bir yer kaplaması gerektiğini görüyor ve kendi hayatımızı sorguluyoruz.

Filmde adamım Francois kesinlikle. Anna’nın küçük erkek kardeşi olarak benim büyük sempatimi kazandı kendisi.

Başarılı ve kesinlikle izlenmesi gereken bir film Fidel’in Yüzünden…

terblog notu 4 üzerinden 3

Ynt : Julie Cavras

Oyc : Nina Kervel-Bey, Julie Depardieu

Tür : Drama, Tarihi

Ypm : Fr, İt / 2006 / 99 dk

Shanghai Express

19 Mayıs 2010

Gelmiş geçmiş en büyük aktristlerden biri olarak tanımlanan Marlene Dietrich’in başrolde oynadığı film aslında bir yol hikayesi.

1931’de, iç savaşın hüküm sürdüğü Çin’de geçiyor hikaye. Pekin’den Şangay’a gitmekte olan Şangay Ekspresi, yolculuğu sırasında çeşitli engellemelere maruz kalacaktır. Bir çok değişik memleketten ve sınıftan insan barındıran 1. sınıf yolcularına çevirilir kamera. Ancak arka fonda olan karmaşa da aynı güzellikle anlatılmaktadır. Gizliden gizliye devam eden bir aşk vardır bir de. Birbirini yitirmiş 2 sevgili, dönüş çabasının dahi artık işe yaramayacağını düşünmektedir.

Karakter yorumları ve çekimleriyle film ders niteliğinde aslında. Sakin hatta durgun görüntüsünün ardında yaşanan karmaşayı huzurlu bir dille anlatırken çözümün basitliği de şaşırtıcı.

O yıllarda sigaranın zararları henüz keşfedilmediğinden olsa gerek filmde inanılmaz boyutlarda bir sigara tüketimi mevcut.

1932 yılında En İyi Görüntü Ödülü’ne layık görülmüş film. Sırf Marlene Dietrich’in muhteşem kadınlığını ya da seksapelini kullanışı için dahi izlenebilir.

You do something to me – marlene dietrich anısına;  http://fizy.com/s/1cco8j#s/1532qy

tersnotu 4 üzerinden 4

Nuovo Cinema Paradiso

19 Mayıs 2010

Film, ünlü bir yönetmen olan Toto’nun 30 yıl sonra büyüdüğü küçük kasabaya dönmesiyle başlıyor. Bu şirin sımsıcak kasabada halkın tek eğlencesi olan “Cinema Paradiso” ona da sinema aşkını aşılamıştır. Beyazperdede Toto’nun çocukluk ve ilk gençlik yıllarını izlerken, hem komik hem de dramatik olaylara şahit oluruz.

Film, 1988 yılında Guiseppe Tornatore tarafından çekilmiş, aynı yıl En İyi Yabancı Film Oscar’ını almıştır.

İzlerken ağlamamak, kendi çocukluk anılarına dönmemek imkansız. Aşkı, masumiyeti, dostluğu böyle güzel anlatabilmiş çok az film var.

tersnotu 4 üzerinden 4

Yeah, Uh-huh, Ah ha

18 Mayıs 2010

 

Üzerine tanımam. Hatta tanıyanı da tanımam.. Muhtesem, sabahtan beri dinliyorum. Yine diyorum. Üzerine tanımam…

Puff Daddy – Come With Me

http://fizy.com/s/102mf2#s/1cco8j

Yeah, Uh-huh, ah ha

Come with me, Don’t be afraid, yeah
Come with me

I close my eyes
And I see..
You standing there

Fuck my enemies
Fuck my foes

Uzaylıların dünyamızı ziyaretine bir başka bakış açısı District 9. Bu kez güçlü olanlar biz dünyalılarız ve öteki kavramına bu kez onları oturtuyoruz.

Öncelikle filmi izledikten sonra net olarak düşündüğüm: eğer bir uzaylı istilası/ziyareti vs olursa ne kadar zararsız dahi görünseler uzak dur. Çünkü seni onlara yakın çalıştıran “kendi devletin”, onlardan gelecek bir zarar karşısında “sana”en az onlara oldugu kadar düşmanca davranabiliyor.

Dünyalılar kadar cin fikre sahip olmayan, ancak teknoloji olarak ileride bulunan uzaylıların konu edildiği film bilimkurgudan öte aslında sosyal endişeler taşıyor. Yüzüklerin Efendisi serisinden çok da iyi tanıdığımız Peter Jackson bizi hayaller alemine sürüklemektense düşünmeye sevk ediyor. Hem de o kadar ses ve görsel efekte rağmen bunu başarıyor.

Hani efektleri vs bir yana bırakırsak ırk ayrımına, bencil insanlığa “artık dur” demeye çalışan bir film bence. Mutlaka izlenmeli.

Dikkat! kan görmeye dayanamayanlar kesinlikle izlemesin 🙂

tersnotu – 4 üzerinden 3